Özgür-Der Bingöl Şubesinin düzenlediği “Ahlâki Krizlerimizin Sebepleri” konulu seminerde konuşan Ali Bulaç, “Müslümanlar büyük bir krizden geçiyor” dedi.
Özgür-Der
Bingöl Şubesi Konferans Salonunda düzenlenen programda konuşmacı olarak katılan
Ali Bulaç “Ahlâki Krizlerimizin Sebepleri” başlığı altında “Siyasi, Kültürel ve
Ekonomi” kavramları hakkında bilgiler verdi.
Müslümanların büyük bir krizden geçtiğini belirten Ali Bulaç, “Söz konusu kriz İslam’ın kurucu ilkelerinin yetersizliğinden değil, Müslümanlardan kaynaklanıyor. Kaynak bakımından fikri ve sosyo-politik alandaki krizde olduğu gibi, ahlaki kriz de İslam’ın değil, Müslümanların krizidir. Müslümanlar dinin yol gösterici ilkelerini her gün günlük hayatlarında ibadetlerde ve dualarında teyid ettikleri, dillerinden düşürmedikleri halde, pratiklerinde kaale almıyorlar. Ahlaki kriz sadece dini müeyyidelerin ihlaline veya toplumsal ayıp ya da hukuk kurallarına karşı aldırışsızlığa hasretmesi ile mümkün değildir” dedi.
Bulaç, “Müslüman toplumlarda ahlaki zaafın sebepleri nelerdir?” sorusuna, şu cevabı verdi; “İslam dünyasının neredeyse genelinde 20. Yüzyılın ikinci yarısından başlayarak kırsal kesimlerden büyük kentlere doğru göç olmuştur. Türkiye örneğinde yaşanan üç büyük göç ile birlikte “kent bedevileri” ortaya çıkmıştır. İbn Haldun’un dediği gibi bedevilerin yönelimi ise mülk olmuştur. Mülk yani iktidar, servet ve statü mücadelesi. Bu sebeple yaşanan mücadelede kent bedevilerinin merkez sağın kapitalizm/liberalizm veya merkez solun sosyalizm ideolojilerini benimsemeleri beklenemezdi. Tüm bunların akabinde kendilerine yeni bir siyasi ideoloji seçtiler oda İslam oldu. Bedevilerin İslam’ın asli kaynakları, ilahi mesajı, hükümetlerinin maksadı ve tarihi mirası doğru dürüst bilgileri olmamasına karşın birde harf devrimiyle geçmişle irtibatları tamamen kopmuştu. Ancak ilk üç yüz senede Roma’da zulüm gören Hıristiyanların Roma’yı zihinlerinde yüceltip Hıristiyanlaştırmaları gibi, kent bedevileri de modern ulus devleti yücelttiler, onu kızıl elmaları bellediler ve zihinlerinde İslamileştirdiler. Bu durum İslam’ı araçsallaştırmalarına, iktidar için basamak olarak kullanmalarına yol açtı, böylece İslam’ın ahlaki temel normları ve hukukun temel kuralları mücadelenin dışında bırakıldı. Bir norm ve kural ihlal edici bir eylemin, aynı anda üç ayrı boyutundan söz edilebilir. Örneğin bir bakkalın pirinç sattığı müşterisine 1 kg yerine 900 gram tartıp aldattığını düşünelim. Bakkal, dini açıdan günah işlemiştir. Ahlaki açıdan ise normun dışına çıkmıştır. Hukuki açıdan da suç işlemiştir. Üç bakımdan kötü bir fiil irtikap eden bakkal artık şu ağır hükme maruz kalmış demektir: Rasulullah (sav) pazarda buğday satan birine uğradı. Elini buğday yığının içine daldırdı, ıslak olduğunu gördü. ‘Bu nedir?’ diye sorunca satıcı, yağmurdan ıslanmış deyince şöyle buyurdu: insanların görmesi için ıslak kısmı üste koysaydın ya! Bizi aldatan bizden değildir! (Müslim, İman, 164.) Bu örnek bize gösteriyor ki, din, ahlak ve hukuk birbirinden ayrılmazlar. Ahlaki krizin siyaset ve hukukla ilişkisi olsa da, salt siyasi ve hukuki bir sorun da değildir. Zira bir toplumda hukuk işlemiyor ve siyasiler normların dışına çıkıp fiili durumlar yaratıp, emr-i vaki imtiyazlar kullanıyorsa, bunun gerisinde derin bir ahlaki boşluk yatmaktadır.”
Bulaç,
konuşmasını şöyle tamamladı; “Aktüel ve kültürel algılar düzeyinde
sıralayacağımız sebeplerin öneminin çok büyük olduğunu düşünüyorum. Haricilere
karşı Mürcie’nin geliştirdiği teze göre “iman-amel ayrılığı” yani suç ve
günahın imana zarar vermeyeceği düşüncesi, şefaat inancının yanlış anlaşılması,
günah işleyeni Allah’ın affedeceği beklentisi buna kul hakkının da dahil
edilmesi, bazı ibadetlerin günahları sileceği inancı ve buna; kandiller, kutsal
geceler ve dua günlerinin dahil oluşu, harp hiledir düşmana karşı norm ve kural
ihlali savaşın gereğidir, dava büyük dava uğrunda günahlar tolere edilebilir
anlayışı, grup parti cemaat mezhep ulus asabiyeti, mevzuatta yer alan
kuralların İslami kaynaktan neş’et etmemesi ve bundan usulsüzlük yolsuzluk
değildir anlayışının türemesi, itibardan tasarruf olmaz gibi gelir
dağılımındaki adaletsizliği kural ihlal edenin kendisinin bölüştürmeye
çalışması gibi daha bir çok konuda sayabileceğimiz sebepler ile ahlaki
zaaflarımızı görebilmek mümkündür. İslam’ın ahlakının en yüksek örneği ve rol
modeli Hz. Peygamber (sav)’dir. “O en güzel ahlak üzeredir” (Kalem,4). Ve
nübüvvetin gayesi güzel ahlakı tamamlamaktır. Rabbimiz bizleri peygamberimizi
örnek alan ve onun örnekliğini pratikte yaşamaya gayret eden toplumlardan
eylesin. Bizi Kur-an’ın ahlakıyla ahlaklananlardan eylesin.”