Advert
as

Tehlikenin Farkında mıyız!-1

  • 2017-11-27 09:43:03
  • 1449 Görüntülenme

  • Kıymetli Müslüman kardeşim!

    Bizler Müslümanlar olarak günümüz dünyasında çok zor bir dönemden geçiyoruz. Bizleri köleleştirmek isteyen Garp Medeniyetin mantığı, amacına ulaşmak için çok çalışmakta ve büyük fedakârlıklar yapmaktadır. Şöyle bir düşün, gerektiğinde bir garplı sırf inandığı dünya görüşünü, anlayışını üstün ve egemen hâle getirmek için binlerce kilometre ötedeki evini barkını bırakıp, hiç tanımadığı bir coğrafyaya gidip yıllarca orada kalmayı göze alabiliyor. Ve belki de bir daha evine bile dönemiyor.  Garplı bunu neden yapıyor biliyor musunuz Aziz Müslüman, bir kere daha düşün. Dediğim gibi, çünkü o garplının inandığı bir dünya görüşü var, bu dünya görüşünü bütün dünyaya hâkim kılmaya çalışıyor. Peki, başarılı olabildi mi? Maalesef evet. Garplı yaklaşık olarak 300 yıldan beri, bu amacına ulaşmak için bütün gücünü kullandı ve neticede bu amacına ulaşmış görünüyor.

    Garplının temel hedefi Kapitalist düzenini emperyalist hedeflerle beslemek ve bu doğrultuda yaşatmaktır. Bu amacı gerçekleştirmek için her şey mubahtır. Garplı bir medeniyet mensubu için, kendi medeniyetinin mensubu dâhil olmak üzere herkesin kanı, kapital ediyorsa akıtılabilir bir sakıncası yoktur. Zira garp medeniyeti “insan insanın kurdudur” anlayışını zihninin derinliklerindeki koda işlemiştir. Bunun aksinin düşünmek bir yana hayal etmek bile muhaldir.

    Bu anlayışa sahip olan Garplı Medeniyetin, amacını gerçekleştirmesinin önünde var olan bütün engelleri acımadan ortadan kaldırdığını tarih bize göstermektedir. I. Dünya savaşı bunun ilk ve en açık örneğidir. Şunu da net bir şekilde biliyoruz ki Garplı Medeniyetin yaşam kaynağı olan Kapitalin can damarı İslam coğrafyasındadır. İslam Coğrafyası Garplının yaşam kaynağıdır. Can damarıdır. Bu coğrafya şu ya da bu şekilde her zaman her şeyi ile ona hizmet etmek zorundadır. Garp Medeniyeti bu coğrafyayı sadece ekonomik sâikler çerçevesinde değil daha farklı ama birbirine muhtaç sebepler çerçevesinde kaybetmeyi asla göze alamaz. Bu bereketli münbit ve kutsal bölge asla vazgeçilemez. Dikkat et Müslüman ortada konuşulan Senin vatanındır.

    Peki, biz Müslümanlar buna karşı ne yapıyoruz. Vahdetimiz olan birliğimizi, dirliğimizi ve iriliğimizi hayırhahlık minvalinde koruyabiliyor muyuz? Şayet vahdetimizi yani birliğimizi dirliğimizi ve iriliğimizi kaybedersek ne olacağını anlayıp görebiliyor muyuz? Gelin birlikte durumumuzu bir gözden geçirelim:

    Aslından dünya Müslümanları arasında bir vahdetten bir dirlikten bir irilikten bahsetmek I. Dünya savaşından itibaren neredeyse imkânsızdır. İşin garip tarafı bu saydığımız özellikleri-belki kısa bir dönem hariç- kaybetmiş olmanın sıkıntısını da içimizde hissetmediğimizden ve algılayamadığımızdan dolayı yaşayamıyoruz. Zira 250-300 yıldan beri İslam ümmeti tam manası ile narkoz yemiş gibi uyuşuk, yarı sersem bir vaziyette nerede olduğunu unutmuş ve nereye gideceğini bilmeyen bir vaziyet içindedir. İslam Ümmetini bu hale kim mi soktu?  Tabi ki öncelikle bizden olan samimi gafiller! Ve daha sonra ki süreçte bu gafletin evrilleştirdiği Hainler. İkincisi samimi olan Müslümanların dini yanlış anlamaları veya onlara dinin yanlı ve yanlış algılatılması. Bu süreci engelleyecek ‘büyük doğuların vb.’ sesinin yeterince çıkamaması çıkarılmaması. Bir diğer sebep Müslümanların bu süreci engellemek için külli değil cüz’i bir tarzda mücadele etmesi ve bundan birbirlerinin haberdar olmaması.

    Müslümanların düştüğü bu hengâmenin aşılması, bu hastalığın şifa bulması için doğru teşhis ve doğru ilacın kullanılamaması.  Çarenin pansuman tedbirlerinde olduğunun düşünülmesi ve ona yoğunlaşılması.

    Halbuki bize lazım olan Kur’an’ın Önderliğinde Hz. Peygamberin bizim için kandilleşen Sünnetidir. Ama zamanla bütün sorunlarımızın -hatta dünyanın bütün sorunlarının- tek çözüm yolu olan bu yol unutuldu, daha doğrusu unutturuldu. Biz, biz olmaktan utanır hale geldik. Sahip olduğumuz ve kodlarımızda var olan değerlerimiz ve bu değerlerin kaynağı dinimizi öteledik, bize lazım değil dedik. Hâlbuki dinimize ölürcesine susamış bir vaziyette idik.

    Dostlar işin en acı tarafı ne biliyor musunuz? Hâlâ aynı durum devam etmesine rağmen, bizler bunu önemsemiyor buna aldırış etmiyoruz. Bu bağlamda şunu da itiraf etmek lazım ki, dünya sadece paçalarımıza bulaşmamış, dünya artık elbisemiz olmuş. Korkumuz şudur ki bir gün dünyanın ruhumuz olacak olmasındır. İşte o zaman ayetin dediği gibi

    “(Ey Muhammed!) Onlar (iman etmek için) ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini ya da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesini mi gözlüyorlar? Rabbinin âyetlerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez. De ki: “Siz bekleyin. Şüphesiz biz de bekliyoruz.”

     

    Artık Müslümanlar olarak bizi çepeçevre kuşatan tehlikenin farkına varalım! Selam ve dua ile…

    KÖŞE YAZARI
    BİYOGRAFİ