Senaryoların en kötüsü tabi ki, Rusya
ile Türkiye arasındaki diplomasinin tamamen sona ermesi. Arada iyice zayıflamış
haldeki iplerin bütünüyle kopması. Zaten daha önceki Soçi ve Astana, Rusya
tarafından bozulmuş durumda.
Gerek karşılıklı ticaret ve yatırımlar,
gerekse S400 ve iki gaz akımı gibi Türkiye ile Rusya arasında son zamanlarda
artan geniş işbirliğinin bozulma ihtimali ise, ABD’yi son derece sevindirmiş
vaziyette. Çünkü bu durum, Türkiye’nin tekrar ABD ile stratejik ortaklığa
yönelerek, kendi içine kapanması ve bölgesinde insiyatif alan bir ülke
pozisyonundan geri adım atarak, NATO’nun kahraman bir askeri sıfatıyla taltif
görmeye devam etmesi demektir.
Düşürülen Rus uçağından sonra, Rusya ile
Türkiye arasındaki siyasi ve ticari gerilimin boyutları henüz çok taze iken
yeni bir kırılmanın maliyetinin çok daha ağır olacağı ortada.
Ancak ortada çok ciddi bir dram var.
Kadın, yaşlı çocuk denmeden milyonlarca insan, şu anda sınırın karşı tarafında
her gün hastanelerde bile bombalanarak en vahşi, en acımasız bir şekilde
katlediliyor, dondurucu soğuklarda evlerinden yurtlarından çıkarılıyor.
Gerçi kendisi dışındaki insanların
yaşadığı acı için bırakın empatide bulunmayı yaygın bir sadistlik derecesinde
narsistleşmiş, firavunlaşmış, bel hum edall ve esfel-i safilin derekesindeki
canlı türü için -kendi taksonomik deyimleriyle “homo sapiens” için- Bosna
Hersek, Afrika, Arakan, Doğu Türkistan, Afganistan ve Yemen’de olduğu gibi
Suriye’de de uygar olamamış, modernleşememiş, barbar ve öteki olan halkların ne
önemi var ki?
Tüm hücreleri, dokuları, organları, hal
ve davranışları, çıkarlarıyla çiftleşmiş devletler için, pragma kazandırmayan
Müslümanın ne kıymeti olabilir ki?
Yalnız, İdlib’de yırtıcıların elindeki
ürkek av gibi titreyen mazlumlar için şu anda tehlike; sadece insafsız,
vicdansız, merhametsiz, kalpsiz yabancı zalimlerden ibaret değil.
Bu ülke sınırları içerisinde o kadar
ırkçı, o kadar şövenist ve faşist alçak ruhlar var ki, şu soğukta ölümle
pençeleşen zavallı yığınlar için, “karşı tarafta, kimin eliyle nasıl yok
edilirse edilsinler” düşüncesindeler.
Daha geçen hafta İzmir’de çocuğuyla
birlikte hunharca katledilen Suriyeli kadını biliyorsunuz. İşte ecnebilerden
bile çok daha gaddar olan içerdeki bu menhus güruh, aslında o katillerin
azmettiricileri.
Ve bunlar maalesef, Türkiye’de
istediklerine itibar suikasti yapıyorlar, istedikleri hakkında yalan iftira
atıyorlar, siyasetçiyi, dindarı, işadamını, bürokratı, akademisyeni
korkutuyorlar, yerinden ediyorlar. Ve “beyaz(!)” oldukları için kendilerine hiç
karışılmıyor. Bu yüzden semiriyorlar, güçleniyorlar, öyle ki darbeyle,
suikastle filan tehdit ediyorlar.
Suriye’nin, İdlib’in mazlumlarını
koruyup kollama için mücadele eden, can veren, insaflı olan herkesin Allah
yardımcısıdır.
On yıldır, kapılarını mazlumlara
kapatmadığı için bir sürü beladan kurtulan Türkiye yine zor bir sınav
vermektedir. Ya değerler siyasetini daha ileri bir noktaya taşıyarak güçlü
geleceğine daha hızlı ulaşacak, ya da küçük hesapların magaziniyle enerjisini
heba edecektir.
İdlib özelinde en doğrusu da elbette ki,
onların kendi yurtlarında kalmalarını sağlayacak seçeneklerin sonuna kadar
zorlanmasıdır.
Rusya mı yoksa ABD mi daha
güvenilmezdir? sorusu ise, yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan
çıkar? sorusu kadar saçmadır.
Rusya ile ABD arasında diyalektik
salınımın ödettiği bedeller yerine, dünyadan kopmadan, müspet ittifakları
canlandırarak kendisi olmak için bedel ödeyen bir devlet pratiği en doğrusudur.
Mühim olan, tarihe mazlumların hamisi
diye geçmektir. Bugünün ve geleceğin dünyasında var olmanın da yegâne yolu
budur.