Hep ilerdeki bir zamana
mektup yazarlar. Olur ya seneler sonra açılır okunur diye. Bu mektup sana
yarınlardan..
Madem dünün, bugünün ve yarının yegâne önderi, iki cihan serveri(sav) “Her gelecek yakındır.” (Taberani, Mucemu'l-Kebir 8523) buyuruyor. O zaman farazayı bir tarafa bırak da elli sene önce eline geçtiğinde, okuyuver Rıza!
Ayasofya Camii esaretten kurtuldu diye sevinirken salgının yıldırdığı, çeşit çeşit edepsizliklerin, sapkınlıkların epeyce azdırıldığı senelerdi. O yıllarda hani şu arkalı markalı şeytanların kadıncılık okus pokusuyla memleketi içine attıkları bir sözleşme kuyusu vardı.
O zaman sen de, ‘amaaan, kağıt üzerinde bir şeyler işte, onun gibi bir sürü şey var kim takıyor ki’ diyerek umursamazdın ya. Ekmeğinin aşının derdindeydin. Böyle meselelerle hiç mi hiç ilgilenmezdin Rıza.
Ah gariban Rıza! Torunlarının buldukları partnerlerle artistler gibi nikahsız olarak bir arada yaşadıklarını duyunca biraz şaşırmış sonra yine ‘amaaan’ deyip çıt çıkarmamıştın ya, İstanbul Sözleşmesinden sonra da neler oldu neler.
Bir kere öyle ellerindeki gavur malı süslü çubukla her dokunduklarında şapkadan mutlu, huzurlu, güvende ve güçlü kadın çıkaran sihirbazların gösterdiği gibi olmadı.
Sözleşme şuydu buydu ancak esasında habis bir ruhtu, onunla fıtrata savaş açıldı. Erkek çocuklarını boğazlayıp kadınları hayatta bırakan Firavunlar yine sahnedeydi. İçini boşaltıp cinayet mahalline kadar ittikleri her bir kadının başında “şiddet vaaar” diye attıkları şeytani çığlıklarına sen de inanırdın ya her neyse, sağ kalan kadınlar da öyle söyledikleri gibi güçlü filan olmadı.
Çünkü hani sözleşmede kadın için en tehlikeli yer evi olarak tarif edildiğinden her kurumda mutlak surette anlatılması, uygulanması ve sonuçlarının düzenli rapor edilmesi istenen bir proje yürürlüğe kondu: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği. Zavallı Rıza sen de bir iki resimlik tepkiyle o proje hikayesi bitti sanıyordun değil mi?
Sözleşmenin emrettiği bu uygulama ile kariyeri veya dışarıda bir işi olmayan kadınlar horlandı, annelik, kadını eve hapseden bir hamallık olarak görüldü.
O meş’um zihniyetin sahipleri, kadının kocaya itaatini son derece haksız, eşitliği bozan bir yobazlık olarak gördüklerinden, evliliklerin ömrü kısaldı, boşanmak değil uzun süre evli kalmak anormal oldu. Hem kim derdi ki, Müslüman bir memlekette de Hollanda gibi bir iki daire hariç apartmanın tamamında yalnız kadınlar oturacak. Fark kalmadığı için “yallah Hollanda’ya” demek de ar oldu Rıza.
Hani o zamanlar, ‘ayağına takılan taşı Amerika’ya bağlamak gibi her şeyi bu sözleşmeye bağlıyorlar’ diye duyar kasan çokbilmişler vardı ya, sen de o sinsi şebeleklere kanacak kadar saftın be Rıza?
Onlar öyle şirinlerken arka planda cayır cayır kavuran bu kendinden kopuş yüzünden, yüzlerce kadın cinayete kurban gidiyordu. Yüzbinlerce kocaya evden uzaklaştırma cezası veriliyor, feministler köşe başlarını ele geçiriyor, binlerce genç evlilik mağduru hapsediliyor, tavan yapan boşanmalarla birlikte ortada kalan çocuklar haczediliyor, sapkınlar her alanda görünür hale getiriliyordu.
Senden sonra ne oldu biliyor musun Rıza? Bu sözleşmedeki toplumsal cinsiyet eşitliği, sapkınlıklar, kadının beyanı gibi ne kadar madde varsa aleyhinde konuşmak bile suç oldu. En ufak bir eleştirisi olan kimse şiddeti ve nefreti körüklüyor denilerek cezalandırıldı.
‘Bu sözleşmeden önce başka sözleşmeler ve yasalar da vardı, millet bozuldu mu?’ diyenler yüzünden zaten her şerli karar hiç itiraz görmeden kolaylıkla kabul edildi.
Rıza! Hani şu sizin mahalledeki Kur’an Kursu vardı ya, öğrencisi olmadığı için boş duruyordu. Bir süre sonra onun yanındaki İmam Hatip Lisesi de boşaldı. Hayır öyle anladığın gibi değil, yasak filan da yoktu. Ama başta aile, kadın ve nesil konusu olmak üzere hayatın bütün alanlarında adeta sürekli dövülüp değersizleştirilen Din yüzünden artık oralar çocuk gönderilecek kadar değerli ve gerekli görülmedi. Çocuklarda da zaten öyle bir heves meves kalmamıştı.
İyice boşalan camiler, uzun bir süredir başkalarının Cumartesi ve Pazara hasrettikleri mabetleri gibi sadece Cuma namazına has yapılara dönüşmüştü ya hocaların vaazları da kimseyi etkilemediği gibi, sakıncalı da bulundu, zira onların sözleri arasında da zaman zaman üstü kapalı da olsa, kadının kocasına sadakati, bağlılığı gibi sözleşmenin ruhuna ters ifadeler geçebiliyordu.
Geleneksiz, medeniyetsiz, sünnetsiz bir din üretme merkezlerine dönüşen ilahiyat fakültelerinin ardından alim, amir, hukukçu, muallim vs olmak için her kadını masum ve kadınların her yaptığını kayıtsız şartsız, çünküsüz, eğersiz, rağmensiz doğru kabul etme şartı koşuldu.
Ah kalender Rıza, ‘sen kimin eli kimin cebindeymiş bana ne’ der, kendi cebine bakardın ya, Rothschild’ler, Rockefel’ler, Gates’ler, Dorrance’ler, Sawiris’ler, Soros’lar ve daha bilmem hangileri buradaki uçlarıyla da öyle azdılar ve azdırdılar ki, tüm kıymetleri sömürmediler silip attılar, aile yuvasına kibrit suyu döktüler. Önce ahlaksızlaştırıp ayarsızlaştırdıkları toplumu sonra insansızlaştırdılar.
Gariban Rıza, bütün bunlar sen yaşarken oldu, ‘her şeyi sözleşmeye şuna buna bağlamayın’ diyenleri ciddiye alırken oldu.
Senden üç kuşak öncekiler de kocaman cihan devletini öyle çar çur etmişti Rıza. Sonra kaybettikleri heybetlerinin başında suyu ısıtılan kurbağa hikayeleri okuyup ağlayacak haysiyetleri bile kalmadı.
Peki, sustun ya, bu senin rızan değil miydi Kalender Rıza.
Neyse kendine gel Rıza! Kafirler istemese de Allah (cc) kendi dinini üstün kılacak taraftarlarını galip getirecek, nurunu tamamlayacaktır.
Âgâh ol ki, vatan sadece
düşman askeriyle çiğnenmez vatandaş Rıza!