"Gül gibi bir yuva yıkılmış, neden boşanmışlar? Niye?
‘Koca aldattı’ diye. Ayıptır, günahtır. Niye aldatıyorsunuz? Allah size ruhsat
vermiş. Aldınız, bir başkasını da sevdiniz onu da alın. İnsan yuvasını yıkar
mı?"
Bu sözler bir başhekim yardımcısı doktorun görevden alınması
için yeterli görüldü. Uyarı, kınama, sürgün filan da değil doğrudan görevden
alındı.
Ertesi gün Cumhuriyet gazetesi şu başlığı attı: “Medeni
Kanuna Düşman Başhekim Yardımcısı Ali Edizer Görevden Alındı” CHP ve İYİ
partinin hakaret, tehdit ve “yazıklar olsun” naralarından sonra sular
durulmadı. Türk Tabibler Birliği, ‘sözkonusu şahıs cinsiyet eşitliğine
saldırmak gibi ağır bir suç işledi’ diyerek hakkında soruşturma açılıp
cezalandırılmasını istedi. Muhalefetin tavsiyesi üzerine görevden alanların
herhalde bu nazik(!) talebi de reddetmeyecekleri ortadadır. Hatta kadın
kollarının her ilde dava açmak için kolları sıvadıklarını da tahmin etmek zor
değildir.
Bir iki habercik dışında bu defa sosyal medyada kimse doktora
sahip çıkmadı, bu nasıl bir akıl tutulması diye yazmadı. ‘Çünkü bakanlık
görevden almışsa mutlaka bilmediğimiz bir hikmeti(!) vardı. Hem herkes de her
şeyi konuşmamalıydı.’ ‘Hele şu netameli feminik wominik meselelere bir devlet
memuru hiç mi hiç burnunu sokmamalıydı.’
Birkaç ay önceki yazımızda; “Bırakın İstanbul Sözleşmesi’nin
kaldırılmasını aleyhine konuşmanın dahi suç sayılacağı bir sürecin devrede
olduğundan bahsetmiştik.” Çıta biraz daha yükseltilmiş gözüküyor. Medeni Kanun
aleyhine konuşmak da suç sayıldı. Haydi gözünüz aydın.
Şimdi sırada şunlar olmalı: İmamların ve ilahiyatçıların
“dörde kadar evlenmeye” ruhsat veren ayet meallerini, kadının kocasına
itaatinden söz eden hadisleri, miras, nikah, talak gibi konularda herhangi bir
şekilde kadınla erkek arasında farklılık gibi anlaşılacak kısımları herkesin
anlayacağı şekilde okumaları yasaklanmalı. Bunların yer aldığı bütün kitaplar
toplatılmalı. Birden fazla eşi olan bütün önemli tarihi şahsiyetler ve ilgili
biyografileri ders kitaplarından çıkarılmalı. Haydi 1926 tarihli olanını
geçtik, ikinci eşi olan bütün erkekler, 2002 tarihinde kabul edilen yeni Türk
Medeni Kanununa alenen muhalefetten tutuklanmalı. “Aldatmayın, boşamayın,
yuvanızı dağıtmayın” demekle kalmayıp, kavgalı, geçimsiz eşleri barıştıran ve
arayı bulanlara evden değil ülkeden uzaklaştırma cezası verilmeli, TV’lerde
sürekli eşlerini aldatan iğrençlikler işlenmeli, biraz abarttıklarında ödül
gibi komik cezalarla geçiştirilmeli.
Şimdi, “ne yapıyorsunuz, ironi filan dinlemezler -maazallah-
yaparlar” diyorsunuz, haklısınız. O yüzden eşitlikçi(!) önerileri bir kenara
bırakalım.
Muhalefet, iktidarın zayıf tarafını bulmuş ve deliği
büyüttükçe büyütüyor. Ve hükümet, “millet kadına çok önem verir, o yüzden
süresiz nafaka, genç evlilik, kadının beyanı, şu kanun, bu sözleşme gibi
mevzular seçmen için belirleyici olmaz” tavrında en az İstanbul ve Ankara’nın
kaybedildiği seçimler öncesi kadar rahat. Üstelik inanca yönelik baskılarda hak
arayışının sembolü olan başörtüsünün de bu tuzakta ne kadar aleyhte kullanıldığının
da farkında değiller. Zira İslam’ın kadına tanıdığı hakları -haşa-
yetersiz/kusurlu veya tarihsel/bölgesel görenlerin başörtülerinin bu hastalıklı
fikirlerinin hükmedici doğruluğuna dayanak sayıldığını görmek istemiyorlar.
Birileri toplumun, ailenin, kadının ayarlarıyla fena oynuyor, ancak yetkililer,
kontrolün kendilerinde olduğundan öyle eminler ki..
Adaletin bu denli yorulduğu da ortadayken “demek ki sadece
laik rejim/sistem mevzusunda değil kadın, aile ve nesil konusunda da CHP
tarafından yönetiliyoruz” algısına kapılan Müslüman kitlelerin ümitsizliği çok
daha fazla büyüdüğünde gemiyi sahil-i selamete ulaştırmak daha da
zorlaşacaktır.
En iyisi bırakın tarihi, tarihçiler konuşsun, halletsin.
Nikah, talak, miras, anne, eşlerin hakkı hukuku gibi tamamı dinin mevzusu olan
aileyi de İslam Alimleri konuşsun, ıslah etsin..