“Proje
okulları üzerinden kamuoyuna yansıyan tartışma göstermektedir ki MEB’in
yaptıklarının en önemli kusuru neredeyse tamamının yanlış olmasıdır. Türkiye’de
başından bugüne mesele, toplumun tüm kesimlerine ait, herkesin kendini eşit
şekilde ait hissettiği bir devlet yapılanmasının olmayışıdır.”
Brian Maggee ile mantıksal olguculuğun göreli erdemleri konusunda sürdürdüğü bir tartışmada Ayer’in alaylı bir dille şöyle dediği aktarılır: “Doğrusu sanırım en önemli kusuru (mantıksal olguculuğun) neredeyse tamamının yanlış olmasıdır.” Proje okulları üzerinden kamuoyuna yansıyan tartışma da göstermektedir ki MEB’in yaptıklarının en önemli kusuru neredeyse tamamının yanlış olmasıdır.
***Türkiye’de başından bugüne mesele, toplumun tüm kesimlerine ait, herkesin kendini eşit şekilde ait hissettiği bir devlet yapılanmasının olmayışıdır. Bugün de temel mesele budur: Bir imtiyaz düzeni, herkesin eşit olduğu ancak bazılarının iki kez eşit olduğu bir eşitsizlik yapılanması olarak devlet, toplumun belirli kesimleri tarafından kapılacak bir ganimet gibi kalacak mı kalmayacak mı? Türkiye’deki siyasi kavganın çoğunlukla amacı da motivasyonu da bu ganimetin ele geçirilmesidir. O yüzden düzenin başına geçenler bir şekilde değişse bile düzen kendi varlığını gür ve gürbüz bir şekilde devam ettirebiliyor. Devlet-toplum ilişkimizin genetiğine ilişkin bu harcıâlem tespiti yeniden paylaşmamın sebebi son günlerde kamuoyunda tartışılan proje okulları öğretmen atamalarıdır. Bu atamalar ideolojik-politik söylemin rengi ve içeriği ne olursa olsun gerçekten de yerleşik düzenin aynıyla yürürlükte olduğunu teyiden göstermektedir. Bu vesileyle teyit edilen hususlara ilişkin birkaç hususa değinmekte yarar görüyorum.
**En önemli ve öncelikli tespitimiz; Türkiye’de adil, eşitliği gözeten ve her bir vatandaşının hakkını titizlikle gözeten bir devlet yapılanması yerine imtiyaz düzeninin kendi lehine çalışmasına yönelik karanlık, karmaşık, adaba ve erkâna riayet etmeyen iş ve işlemlerin sistematik bir şekilde yürütülüyor olmasıdır.
İkincisi,
bu imtiyaz düzeninin meşrulaştırımını ve devamlılığını sağlamak üzere “devletin
ideolojik ve baskı aygıtları”nın da işe koşulduğu yeni bir “makbul vatandaş”
üretimi faaliyeti yürütülmektedir. Proje okullarına ilişkin kamuoyunda haklı
olarak infial oluşturan işlemlerin önemli bir gerekçesi bu örtük amaçlılığın
oluşturduğu motivasyondur. Oysa Türkiye’de yapılması gereken şey; devletin
imkânlarının araçsallaştırılarak herhangi bir kimliğin diğerleri aleyhine resmi
anlatıya dönüştürülerek alan genişletmesi değil kimlikleri baskılayarak
fetişleşmelerine yol açmayan geniş, katılımcı, adil ve özgür bir devlet-toplum
yapılanmasının tesisidir. Devleti bu tarz bir yapıya dönüştürmek yerine mevcut
varlığını ve işleyişini muhafaza ederek kendimize çalışan, kendimiz için
çalışan bir mekanizmaya dönüştürmek devleti güçsüzleştirmek, devlet olma
hüviyetinden çıkartmaktır. Makbul vatandaş arayışı, çabası bu açıdan ilkesel
olarak doğru ve ahlaki değil pratik açıdan da beklentileri karşılayan işlevsel
bir uygulama değil.
***Gelelim proje okullarına. Türkiye’de meselelerin özünü görmemizi engelleyen bir dil egemen. Sosyolog Mills’in Parsons’u eleştirirken yaptığı “Grand Teori, sentaks sarhoşluğu yüzünden, semantik konusunda kör olup çıkmıştır” tespit aynıyla bize uyarlansa anlamından hiçbir şey kaybetmez. Proje okulları denildiğinde insanların akıllarına proje geliyor, proje uygulayan öğrenciler, öğretmenler, okullar vs. geliyor. Proje, zaten kendisi tılsımlı bir kelime. Çarpıcı, insanı savunmasız bırakıyor. Peki, “proje okullarımız nedir, ne tür bir proje uygularlar?” diye baktığınızda devasa bir boşluğun ötesinde bir şey göremiyorsunuz. Adı var kendi yok bu gerçeklik, Türkiye’de sınavla öğrenci alan okullarımızı tanımlayan bir ifade olmanın ötesinde bir anlam taşımıyor. Sınavla öğrenci okullarımız vaktiyle yetkili bir ismin de belirttiği üzere “nitelikli okul”lar olup Türkiye’de belirli düzeyde performans gösteren öğrencilerimizin yerleştiği okullardır. Dolayısıyla Türkiye’nin beşeri sermayesi açısından üzerinde hassasiyetle durulması, yatırım yapılması ve işlenmesi gereken bu kesim, şüphesiz akademik performansı ne olursa olsun her bir öğrencimizin benzer bir kuşatıcılıkla geleceğe hazırlanması temel insani hak ve görevdir, bu yönüyle yürütülecek kamu politikalarının muhatabı olmak yerine ideolojik olarak markaja alınıp zihinleri, dünya görüşleri şekillendirilecek avlara dönüştürülüyor. Proje okullarında yaşananlar bu durumun yansımalarıdır.
***Proje okullarıyla ilgili iki hususa daha değindiğimizde şu anda yapılan ve tartışmaya konu olan şeyin ne olduğu biraz daha açıklık kazanacaktır. Makbul vatandaş yetiştirmek, gençlerin duygu, düşünce ve inançlarını kendimize benzetmek istiyoruz. Bunu her yerde yapmak istiyoruz şüphesiz. Örneğin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin en temel kabulü bu. Proje okulları ise bazı yönlerden ise çok daha önemli. Çünkü buradaki öğrenci grubu seçilerek alınmış dolayısıyla daha başarılı ve daha homojen. Bunlara yapacağınız yatırımın karşılığını alma ihtimaliniz daha yüksek üstelik öğrenci grubu içerisindeki durumları itibariyle getirileri de çok fazla. Mekanik bir şekilde yapılan hesap, yürütülen mantık bu. Buradan hareketle iki şey yapılıyor. Birincisi görece daha rahat olan Proje İmam-Hatip okulları üzerinden makbul vatandaşın yetiştirilmesine yönelik doğrudan çalışma. Çünkü buralara gelen, buraları tercih eden öğrenciler ve aileleri zaten yapılmak istenen için açık ve rızaları olan kesim olarak düşünülüyor. Dolayısıyla bu proje okullarında istenilen düşüncede, anlayışta olan öğretmenlerle çalışıldığında arzulananın gerçekleşmesi kaçınılmaz olacaktır. O halde bu düşüncedeki, anlayıştaki kadroları bu okullarda toplamak için yapılması gereken şey proje okulları gibi istisnai seçme ve elemeye imkân tanıyan yapılanmaya ihtiyacınız var. Daha doğrusu bu ihtiyacınızı gidermek için başvuracağınız şey proje okullarına tahsis edilen bu ayrıcalık üzerinden iş ve işlemler tesis etmektir.
***Proje okulları mevzusunda diğer önemli husus ise gerçekten de Türkiye’nin çok başarılı, geleneği, kültürü olan okulların varlığıdır. Bunlardan bazıları zamanında sınavla öğrenci alan okul olmaktan çıkarılarak tabiri caizse bozulma üzerinden değişimlerine kapı aralandı. Çok daha fazla yekün tutan diğerleri ise yine proje okul düzenlemesi ile kadro değişimine tabi tutuluyor. Bu okulların çoğunda zaten belirli düzeyde daha önce sınavla gelmiş olan öğretmen bulunmakta. MEB’in sınavla öğretmen alımı yaptığı okullara sınavla gelen öğretmenler şimdi proje okulu düzenlemesiyle bir tür tasfiyeye uğramaktalar. Diğer bir husus ise bu okullarda proje okulu düzenlemesinin getirdiği olanakla mevcut okul kadroları tasfiye edilerek yeni bir kadrolaşmaya gidiliyor olmasıdır. Her iktidarın kadrolaşma isteği, arzusu var ve bu bilinmeyen bir şey değil. Ancak Türkiye, devlet olduğuna göre kamu politikalarının belirli ilke ve ölçütler üzerinden işleme zarureti var. MEB’de atanan genel müdürün hükümete yakın olması –ki bunun bile belirli bir düzeyi olması gerekiyor- meşru ve makul karşılanabilir iken bu uygulamanın MEB’in okul düzeyindeki yapılanmasında da işlemesi elbette düşünülemez apaçık bir yanlıştır. Şu an tam da yaşanan şey, bu apaçık yanlışlıktır.
***
Hiçbir
ölçüte dayanmayan bu atamanın savunulması mümkün değildir. Atama hangi kritere
göre yapıldı, seçilen neye istinaden seçildi, elenen neden dışarıda bırakıldı
bilinmiyor. Bilinmiyor derken şüphesiz biliniyor. Ancak bilinen şey, ahlaken,
vicdanen, aklen kabul edilmesi mümkün olan bir şey değil. Liyakatin aranmadığı,
nesnel, somut bir ölçütün kullanılmadığı işlemden kime ne fayda gelecek? Türkiye’nin
varlığına ve anlamına kasteden bu uygulamalar ile ülkede düzen ve nizam yerine
ilişkilerin, kayırmacılığın geçerli olduğu ve önemli olanın bu olduğu
söylenmektedir. MEB sadece kendi çalışanlarını ayrıştırarak iş barışını
bozmakla kalmıyor aynı zamanda pek çok çalışanını belirsiz bir yer
değişikliğiyle karşı karşıya bırakarak motivasyonlarını ve verimlerini yerle
bir ediyor. MEB ve dayanışma içinde olduğu yapılar, kendilerince bir takım
güzel amaçlar için hem yasal olmayan hem de rahmetli Alev Alatlı’nın ifadesiyle
“helal olmayan” işler yürütüyor.
Türkiye’de
eğitimin niteliği ile ilgili bir mesafenin alınabilmesi ancak ciddiyetle
mümkün. Aksi taktirde yalan, yanlış işler yapmaya devam ederek işlerin
düzeleceğinden bahsetmek dalga geçmekle mümkündür ancak. Türkiye’de kurumsal
işleyiş akla, mantığa, ahlaka, usul ve erkâna uydurulmadığı müddetçe aynı
düzeysizlikte kalmaya devam edecektir. Mülakat süreci baştan aşağı yanlış ve
hakkaniyete uygun olmayan bir düzenlemeydi, MEB’in anlamsız ısrarıyla hayat buldu.
Öğretmenlik Mesleği Kanunu mantık ve kurgu itibariyle aynı savruklukla
sarmalanmış vaziyette. Türkiye’nin önümüzdeki yüzyılını inşa iddiasında olan
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli aynı yapısal krizlerle malul. Çok rasyonel ve
adil bir şekilde yapılması mümkün olan teknik işler bile her türlü şaibenin
altında ülkeye maliyet çıkartacak şekilde gerçekleşiyor. Bunun son örneğini”
2025 yılı Proje Okulları Öğretmen Atama ve Yönetici Görevlendirme” sonuçları
oluşturuyor. MEB’in bir an önce bu yanlıştan dönmesi aklın, mantığın gereğidir
aynı zamanda bakanlık olarak vazifesidir. Türkiye’yi kurtaracak şey doğru
işlerin doğru, düzgün şekilde yapılmasıdır. Haksızlığın, yanlışlığın, imtiyaz
arayışlarının kol gezdiği bir ülkeden, bir bakanlıktan başta kendisi olmak üzere
hiç kimseye bir fayda gelmez. Hele yalan yanlış işlere yüce amaçlar paravan
edilerek değersizleştirildiğinde maliyet geometrik bir şekilde büyüyor.