Geçen
yıl ciddi tartışma yaratan mülakat sonuçlarının ardından MEB’in bir daha
uygulamaya başvurmayacağını düşünmüştük. Ancak Türkiye’de devletin, hükümetin
toplumdan yükselen itiraz ve taleplere dikkat kesilme şeklinde bir melekeden
yoksun olduğunu hesaba katmadık. Usandırıcı bir işleyişin içinde
söylediklerimizi her gün yeniden tekrarlamak gibi bir cezaya mahkûm edilmişiz
gibi. Hayatımız, Sisifos’un cezasını andırıyor.
Telefonuma
gelen mesaj şöyle:
Merhaba
hocam,
Sınıf
öğretmenliği (KPSS) sıralamam 1739
Mülakat
sonrası 5876 olmuş
Ne
yapabilirim?
Allah
aşkına!
Hukuki
bir şey yapılabilir mi?
İtiraz
sonra sıralamamın değişme ihtimali var mı?
Lütfen!
Mesajın ardından ilgili numarayı aradım. Yaklaşık 4300 kişilik kontenjanın verildiği sınıf öğretmenliği branşında 1739. olarak KPSS’den puan alan öğretmen adayımızın 5-6 dakika süren mülakatının ardından sıralaması 5876’ya düşürülmüş. Mülakata Ankara’da giren öğretmen adayımızı komisyon, eğitim fakültesi diplomasının, KPSS puanının ölçüp değerlendiremediğini görüp bu süre içerisinde kaderine etki edecek şekilde düşük bir puanla atanamaz hale getirmiş. Çaresizce uğradığı mağduriyeti gidermenin yollarını arayan öğretmen adayına söylenecek rasyonel bir gerekçemiz maalesef yok. Nitekim telefon görüşmemizi de hayal kırıklığı içinde bitirdik.
Devletin işleyişinde hükümetin politik tercihlerinin olmasının ve bunların tartışmaya sebebiyet vermesinin siyasetin doğasından geldiğini söylemeye gerek yok sanırım. Tıpkı bazı iş ve işlemlerin politik tercihlerin dışında bir takım meşru ve makul prosedürler üzerinden hayata geçirilmesi gerektiği gibi. Bunlardan birisi de insan kaynağının yönetimidir. İdeolojik-politik tercihlerin dışında vatandaş olan herkesin gerekli koşulları karşıladıktan sonra atanması normaldir, beklenendir, olması gerekendir. Türkiye’de devlet maalesef herkesin devleti olmayı, herkese eşit bir ilişki tesis etmeyi, tüm vatandaşlarının hak ve hukukunu titizlikle gözetmeyi başarabilmiş değil. Bir imtiyaz aygıtı olarak konumlanmaktan, böyle hareket etmekten, bu şekilde algılanmaktan, kendi vatandaşları içinde “iki kez eşit olanlar” yaratmaktan çok da muzdarip görünmüyor. Yaptığı işlerin bu tür durumlara, algılara yol vermesinden de rahatsızlık duymuyor. Hatta tersine maliyet çıkartan pozisyonunda ısrarcı olmakta, yapılan itiraz ve eleştiri hiç yapılmıyormuş gibi göz ardı etmekte çok cevval davranıyor.
Geçen yıl ciddi şekilde tartışma yaratan mülakat sonuçlarının ardından MEB’in bir daha uygulamaya başvurmayacağını düşünmüştük. Ancak Türkiye’de özellikle devletin, hükümetin başkasına kulak kabartma, toplumdan yükselen itiraz ve taleplere dikkat kesilme şeklinde bir melekeden yoksun olduğunu hesaba katmadık. Usandırıcı bir işleyişin içinde hiçbir değişiklik yaşamadan söylediklerimizi her gün yeniden tekrarlamak gibi bir cezaya mahkûm edilmişiz gibi. Sisifos’un cezasını andırıyor hayatımız. Bin bir meşakkatle bir itirazı büyütüyoruz, büyütüyoruz ve tam artık bu noktadan sonra eskisi olmayacak diyeceğiz. Bakıyoruz ki kendimizi başladığımız yerde buluyoruz. Sisifos, taşı her zirveye çıkardığında aşağıya yeniden yuvarlandığına şahitlik etmişti.
Mülakat belirli pozisyonlar için başvurulabilir bir seçme, eleme yöntemi. Özel sektör, hususiyetleri itibariyle işleyişini zaten bunun üzerinden yürütüyor denilebilir. Kamuda da belirli pozisyonlar için gerekli koşullar sağlandığında başvurulmasında bir mahsur görülmeyebilir. Ancak mülakat uygulamasının insan kaynağı yönetiminde bir enstrüman olarak kullanımını bugünün Türkiye’sinde güçleştiren bir gerçeklik var. Bu gerçekliği dikkate almadan adım atmak en iyimser ifadeyle ne yaptığını bilmemektir. Mülakat günümüz Türkiye’sinde iltimas demek, kayırmacılık demek, torpil demek, şaibe demek vs. Toplumsal bellekteki karşılığı bu mülakatın. Devlete, hükümete güveni sarsan bu tarz işlemlere mesafe almak gerekirken ısrarla yürütmeye çalışmanın yönetsel bir izahından bahsetmek mümkün değil.
Yönetsel izahı olmayan bu uygulamanın MEB’in ve bakanın gerekçelendirmeye çalıştıkları gibi eğitsel bir dayanağı da yok maalesef. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in mülakata ilişkin analizi bir çelişkiler yumağından öte anlam taşımıyor. Mülakatı seçme, eleme enstrümanı olmaktan çıkarıp adeta öğretmen niteliğini arttıran bir düzenek olarak sunmaya çalışması sürreal bir anlatı olarak değerlendirilmelidir. Çünkü mülakatın bu tarz meşrulaştırımının makul, mantıklı bir tarafı yok. Yukarıda da değinildiği üzere mülakat, bir seçme, eleme tekniği olarak anlamlıdır. Bunun ötesinde abartılı bir yüklemeyle haleleşmesinin anlamı yok. Hele hele Türkiye gibi hafızada çağrışımları son derece olumsuz olan bir uygulamadaki bu ısrar, ancak güvensizliğe ve şaibeye yol açar. Belirtildiği gibi mülakatın, öğretmen adaylarının niteliğinin yükseltilmesiyle ile ilgili bir işlevinden bahsetmek mümkün değil. Nitekim geçen yıl yapılan yoğun eleştirilerin ardından Yusuf Tekin, mülakat sonuçlarının belirtildiği gibi öğretmen adaylarının sıralamasına ciddi bir etkisi olmadığını dile getirmişti. Açıklamanın içeriği mülakat sonuçlarıyla KPSS sonuçları arasında yüzde doksan sekizin üzerinde bir paralelliğin olduğunu teyit ediyordu. Dolayısıyla KPSS sonuçları ile neredeyse birebir örtüşen bir uygulamada ısrar etmenin herhangi bir anlamından bahsetmenin fiilen mümkün olmadığını bakan kendi açıklamasıyla teyit etmiş oluyordu. Aynı zamanda bu açıklama, çok küçük de olsa belirli bir sayının anlamlı şekilde sıralamadaki yerinin değişikliğini kabul ederek mülakata ilişkin endişe, korku, dedikoduların da gerçekliğine alan açıyordu. Durum bu iken bir akıl tutulmasına uğranmış gibi neredeyse her tenkidi haklı çıkartan açıklamanın ardından uygulama bu yılda hayata geçirildi. Henüz sonuçlar yeni açıklandığı için teferruatlı bir değerlendirme yapmak mümkün değil. Ancak gelen itirazlar, eleştiriler, açıklamalar geçen yıl yaşananların benzerinin bu yıl da yaşanacağını gösteriyor.
Türkiye, maalesef sorunlarını anlamlı bir şekilde çözmediği gibi yeni sorunlar üretmekte de son derece mahir. MEB’in ve YÖK’ün elbirliğiyle büyüttükleri “atanmayan öğretmenler” sorunu kangrenleşirken bunun yanına şimdi de “mülakat mağduru öğretmenler” başlıklı bir sorun ekleniyor.
Mülakat
üzerinden yaptığımız işin anlamsızlığına tekrar değinmekte yarar görüyorum.
Bilindiği üzere mülakata aldıklarımız, eğitim fakültesi veya öğretmenliğe
kaynak teşkil edecek bölümlerden mezun olup pedagojik formasyon alan öğrencilerdir.
Dolayısıyla devletin “öğretmen olarak atanabilir” şeklinde şart koştuğu
prosedürleri tamamlamış insanlardan bahsediyoruz. Yanlış planlama sebebiyle
atayabileceğinden fazla öğretmen adayı yetiştirdiği için devlet, geçerli ve
güvenilir bir ölçüt kullanmak için KPSS sıralama sınavına başvuruyor. Yani
kendi planlama yanlışlığı nedeniyle iyi yönetemediği insan kaynağını
hırpalamakla kalmıyor aynı zamanda diplomayı anlamsızlaştırıp değerleştirecek
şekilde bir de sonuçları itibariyle gereksizliği ve maliyet oluşturucu niteliği
ortada olan mülakat düzenlemesini hayata geçiriyor. Bakanlık mülakat için ne
tür tedbirler aldığını, nasıl titizlendiğini belirtse de uygulamanın
kendisinden kaynaklanan sıkıntıları gidermesi mümkün olmuyor. Zira Türkiye’nin
değişik yerlerinde kurulan komisyonlarda aynı standardı yakalamak mümkün değil.
Nitekim yaşanan mağduriyetler de bunu teyit ediyor. Diğer taraftan sıralaması
1700’lerden 5000’lere düşen adayın belirttiği gibi 5-6 dakika süren bir
mülakatta komisyon üyeleri, diploması olan ve KPSS’den de önemli puan almış
adayın geleceğine etki eden kararı hangi yetkinlikle aldılar? Bu komisyon
üyeleri mülakat tekniğine ve öğretmenliğe ilişkin hangi sıra dışı formasyona
sahipler? Bu formasyonu kimden aldılar? Diplomanın 4-5 yılda ölçemediği
öğretmenliğe ilişkin bir niteliği komisyon 5-6 dakikalık bir mülakatla nasıl
ölçebiliyor? Uzatılabilecek bu soruların tamamı cevapsız şekilde önümüzde
duruyor.
İzahı mümkün olmayan, toplumsal bellekte çağrışımları olumsuz olan ve anlamsızlığı, sistem içinde ne tür kayırmacılıklara, haksızlıklara yol verdiği aşikâr olan uygulamalara mesafe almak zorundayız. Şaibe oluşturan, karmaşık ilişkilere ve karanlık söylemlere alan açan uygulamalar yerine kimsenin itiraz edemeyeceği “nesnel ölçütler”e yaslanmış iş ve işlemler tesis etmek durumundayız. Bu tarz bir yönetsel performans günümüz dünyasının asgari beklentisine dönüşmüş durumda. Hal bu iken mülakatı konuşmak, tartışmak başlı başına kabul edilmesi mümkün olmayan bir eksikliktir.
Mülakat; adaletsizliği, istismarı ve iltiması üst seviyeye çıkarıp büyük mağduriyetlere sebebiyet veren, nesnelliği ve güvenilirliği olmayan bir uygulamadır. O yüzden yapılması gereken çok açıktır. Mülakat sonuçları tamamen iptal edilerek yok sayılmalı ve KPSS puanına göre oluşan sıralama üzerinden atamalar yapılmalıdır. Yanlışta ısrarın ne Türkiye’ye ne de MEB’e faydası vardır.