Muhammed
bin İdris eş-Şafii H. 150 yılında (Ebû Hanife’nin vefat ettiği yıl) Gazze’de
doğmuştur. Soyu, Kureyş kabilesinden Hz. Peygamberle Abd-i Menaf‘da
birleşmektedir.
İmam
Şafii, Kureyş soyundan gelmesine rağmen daha iki yaşındayken babası vefat ettiği
için maddi zorluklarla geçen bir hayat sürdürmüştür. Babasının vefatından sonra
annesi, İmam’daki ilmi yeteneği gördüğü için onu, ilim öğrenmeye teşvik
etmiştir.
İmam Şafii Gazze’de küçük yaşta iken Kur’an-ı
Kerimi hıfzetmiş ve daha sonra annesiyle birlikte Mekke’ye taşınmıştır.
Mekke’ye ulaştığı gibi vakit kaybetmeden hadis hocalarından ders almaya
başlamıştır.
Anadili
Arapça olmasına rağmen Kur’an ve hadisleri daha iyi anlamak için Arapçanın en
saf halini hakkıyla öğrenmeye çalışmıştır. Bunun için kırsal kesimlerde korunan
fasih Arapçayı öğrenmek adına yaklaşık on yıl çölde Huzeyl kabilesiyle
yaşamıştır.
İmam
Şafii, 20 yaşına eriştiğinde ilimde fetva verecek mertebeye gelmişti ancak o,
sürekli kendini geliştirmek istiyordu. İleri derecedeki ilmiyle anılan Enes b.
Malik’in ismini duyunca Medine’ye göç etmiş ve İmam Malik’in vefatına kadar
ondan ders almıştır.
İmam
Malik’in vefatından sonra Mekke’ye tekrar geri dönmüştür. Gelen teklifler
üzerine devlet biriminde görev almak için Yemen’e gitmiştir. Yemen’e gittikten
sonra vali tarafından Necran kadılığına tayin edilmiştir.
İmam
Şafii buradaki görevine devam ederken valinin halkına zulüm edip
adaletsizliğinden rahatsız olmuş ve valinin yaptıklarını eleştirip zulmüne
karşı durmuştur. İmam Şafii ile başa çıkamayacağını anlayan vali onu, halifenin
aleyhine çalıştığını söyleyerek Abbasi halifesi olan Harun Reşid’e şikâyet
etmiştir.
Bunun
üzerine İmam Şafii, elleri bağlı bir halde Bağdat’a getirilmiş ve bir müddet
gözetim altına alınmış; daha sonra serbest bırakılmıştır. Bundan sonra imam,
idari görevlerden uzak kalarak kendini ilme vermiştir.
İmam
Şafii, Irak’ta serbest bırakılınca Irak fakihi Muhammed b. Hasan ile tanışıp
ondan ders almaya başlamış; yaklaşık iki yıl Bağdat’ta kalmış¬ ve daha sonra
Mekke’ye geri dönüp Hareme¬-i Şerif’te ders vermeye başlamıştır.
İmam,
dokuz yıl Mekke’de kaldıktan sonra tekrar Bağdat‘a geri dönmüştür. Bağdat’ta kısa bir süre kaldıktan sonra
Mısır’a göç etmiş ve ömrünün son demlerini burada geçirmiştir.
İmam
Şafii’nin halk tarafından sevilmesini kendi meşruiyeti için kullanmak isteyen
vali, imamı mısır kadılığı için zorlamış ancak ilim deryası olan İmam
Şafii, bu deryaya tek bir necis damla
karıştırmamak için “Ya Rabbi, ya benim ya da valinin ruhunu al” diye dua etmiş
ve H. 204 yılı Receb ayının son gecesinde vefat etmiştir.
İmam
Şafii’nin mezarı üzerinde bir türbe inşa edildi.Daha sonraları Selâhaddin
Eyyubi Hazretleri türbenin yanında bir medrese yaptı. Yiyeni Eyyûbî Hükümdarı
ve İslam tarihinin sayılı mütefekkir sultanlarından Melikü’l-Kâmil Muhammed ise
daha görkemli bir türbe inşa etti. O türbe günümüzde halen mevcuttur.
İmam
Şafii ilmi, fedakarlığı ve izzetli duruşuyla ümmete önder oldu. Tarihe büyük
bir iz, gök kubbede hoş bir seda, nebevi bir örneklik bıraktı ve kıyamete kadar
da Müslümanlara ilham kaynağı olacaktır.
İMAM ŞAFİİ’NİN ŞAHSİYETİ
İmam Şafiî, keskin bir zekaya ve güçlü bir hafızaya sahip olmakla birlikte, insanların haleti ruhiyelerine vâkıf olması, kendi asrında basiret ve ferasette, fesahat ve belagatte, şiir ve edebiyatta emsalsiz olarak bilinmesi ve hakikat peşinde bir hayat sürmesiile çok yönlü bir âlim olmuştur.
İmam
Şâfiî’nin güzel yüzlü bir kişi olduğu, sünnete uymak amacıyla saç ve sakalını
kınayla boyadığı, yemin etmekten titizlikle sakındığı, gecenin bir bölümünü
ibadetle geçirdiği, rehavete yol açıp çalışmaya ve ibadete engel olduğu için
fazla yememeye özen gösterdiği rivayet edilmiştir.
İmam
Şafiî hayatı boyunca maddî sıkıntılar içinde yaşamış olduğu halde eline para
geçer geçmez ihtiyaç sahiplerine bağışlamaktan imtina etmemiştir. Hatta yanında
dirhem bulunmadığı takdirde kendisinden isteyen kişiden utandığı ve o kişiye
sonra mutlaka gönderdiği anlatılmıştır.
Hiçbir
zaman fakirliği ilim öğrenmeye engel olarak görmemiş, yazı malzemesi ihtiyacını
devlet dairelerinin kağıt atıkları, çevrede bulduğu kemikler ve ince deri
parçalarıyla karşılayarak elindeki imkanları en güzel şekilde değerlendirmiştir.
Kerabâsî,
İmam Şafiî ile seksen gece geçirdiğini, gecenin dörtte üçünde teheccüd namazı
kıldığını, kendisi ve mü’minler için Allah’tan af dilediğini anlatmıştır.
İmam
Şafii, münazaralarda hakikatin ortaya çıkması çabası içinde olmuş, kimseyi küçük
düşürme, galip gelme gibi nefsî arzulara uymamıştır. Şu şekilde niyazda
bulunmuştur; ‘Ya Rabbi, eğer haklı isem onun gönlüne ve diline hakkı yerleştir
ki bana uysun, eğer onun görüşü doğru ise ben ona uyayım.’
İlmi
kadar ok atıcılığında da maharetli olduğu, attığı okların hedefi hiç şaşmadığı,
onda on isabet ettirdiği ve ayrıca dünyada bir yolcu olduğunu unutmamak için
yanında kalın bir asa taşıdığı rivayet edilmiştir.
İmam
Şafii, hiçbir zaman hakkı söylemekten geri durmayan ve bu konuda hiçbir tehdide
boyun eğmeyen bir şahsiyete sahip olmuş, hatta hakkı söylemekten çekinmediği ve
halkın üzerinde büyük bir etkisi olduğu için Yemen’den Bağdat sürülmüş; türlü
türlü sıkıntılara maruz kalmıştır.
İmam
Şâfiî’nin ilimle ilgili birkaç hikmet dolu sözlerini sizinle paylaşarak
yazımızı noktalayalım:
“Kur’an
öğrenenin saygınlığı artar, fıkıhla meşgul olanın değeri yükselir, hadis
yazanın delilleri kuvvetlenir, dil üzerine yoğunlaşanın tabiatı incelir,
matematiğe yoğunlaşanın muhakemesi güçlenir, kendini korumayana ise ilmi fayda
etmez”
“Kim bir süre, öğrenmek için hocasına karşı
uysal ve itaatkâr olmaya katlanmazsa, hayat boyunca cahilliğin sebep olduğu
rezilliği çeker.”
“İlim
bir avdır. Yazmak ise onun bağıdır. Avladıklarını sağlam iplerle bağla. Bir
ceylan avlayıp da onu insanlar arasında başıboş bırakman aptallıktır.”
“Kardeşim!
İlmi ancak alt şey sayesinde elde edebilirsin. Sana bunlar açıklıyorum: Zekâ,
azim ve sebat, çalışmak, kabiliyet, hocadan ayrılmamak ve uzun bir süre.”
Selam
ve Dua İle…