Süregelen
olaylar arasında şunu mu, bunu mu yazalım derken bir deprem sınaması dün ve
bugün bizi sarsıp ve etkiledi. Sınandık diyoruz. Çünkü Yüce Allah, hayat
rehberimiz Kuran-ı Kerim’de “Sizi korku, açlıkla, mal, can, ürünlerden
eksiltmekle imtihan edeceğiz. (Bu sınamalardan ötürü) sabredenleri müjdele!”
buyuruyor.
Gündüzün
akşama kalbettiği ve sabah serinliğinin kendini hissettirdiği iki farklı anda
yer adeta ayaklarımızın altında çekilircesine bizi salladı ve sarstı. Bingöl’ün
Karlıova ve Yedisu ilçeleri arası gerçekleşen 5,7 ve 5,6 şiddetindeki bu iki
deprem acıların anlatılamayacağını ancak yaşanınca anlaşılacağı hakikatini
iliklerimize işledi.
Korku,
feryat, ürküten bakışlar; çoluk çocuk, ev ve işyerini gözden çıkaran kaçışlar,
ölümün sıcaklığını enselerinde hisseden insanlar… Sınanmanın etkisini bir resim
netliğinde ortaya koymaktaydı.
Sokağa
ve çarşıya bakınca -büyük küçük, kadın erkek, zengin fakir, cesur korkak, imanı
sağlam ameli zayıf- sanki herkes oradaydı. Kimi namaz hazırlığında, kimi namaz
üstünde, kimi günah işlerken, kimi alacağı birkaç kuruş faizin hesabını
yaparken sarstıkça sarsan zelzeleye yakalanmıştı. Zorluk ve sıkıntı anında insanların
göze çarpan teslimiyet ve tevekkül hali musibetlerin bir sınanma olarak
algıladığını gösteriyor. İlginçtir, aynı kabul rahatlık ve genişlik anında
nimeti verene bir şükür olarak kendini göstermiyor.
“Fay
sahibi Arz'a and olsun!” (Tarık Süresi: 12)
“Onlar
Gök'ten ve Arz'dan, arkalarında ve önlerinde olacakları görmüyorlar mı? Şayet
dilersek, onları 'Arz'a batırırız' veya üzerlerine 'Gök'ten bir kütle(göktaşı)'
düşürürüz. Muhakkak bunda, (Allah'a) yönelen kullar için bir ayet vardır.”
(Sebe: 9)
Ayetler
ve benzer nasslar bize şunu öğretiyor: Deprem; yağmur, kar, rüzgâr ve heyelan
gibi ilahi bir emirdir. Yüce Allah’ın, yerküredeki bir takdiridir. Deprem gibi
sınanma vesilelerini farklı mecralara kaydırmak İlahi hikmeti görememek ve
anlamamaktır.
“Yok, insanlar deprem bilincinden yoksunmuş;
yok, deprem değil de kerpiç ev öldürürmüş.” Diyenler acaba bir halkın haline
Hazreti Ömer gibi gece karanlığında dolaşarak, evlerin kapılarına kulak vererek
vakıf oldular mı?
Toplumdaki
maddi manevi, dünyevi uhrevi en küçük bir olumsuzluk için sorumluluk duygusuyla
hareket ettiler mi? olarak kendini görmeye çalıştılar mı?
Deprem
ve benzeri musibetlere duçar olanlar veya hasar ve ölümleri müşahede edenler
elbette bir ihmal ve vurdumduymazlığa şahitlik edecekler. Ama “Çuvaldızı
kendine iğneyi başkasına batır.” idrakiyle olaylara yaklaşılırsa yarınlarda
olası muhtemel afetlerde ihmal azaldığı görülecektir…
Yeri
sarsan, üstündekileri salladıkça sallayan zelzeleler günah, zulüm,
merhametsizlik, ahlaksız ve şeytani vesveselerle kararmış yürekleri de sarsmalı
değil miydi?
Ayetin
diliyle oluşan her sarsıntı gönlümüzü Allah’a daha bir yöneltmeli değil miydi?
Yerin
her sarsılışı kalpleri katılaştıran hissizlik, merhametsizlik, nemelazımcılığı
da yıkıp dağılmalı değil miydi?
İş
güç bahane edenler, mal ve sıhhat nimetine aldananlar, namaz ve oruca lakayt
kesilenler, hak ve adalet yoksunu olanlar, küçümseyici edayla aklına ve nefsine
pay çıkaranlar bir sallantıyla ayağa kalkıp can havliyle niçin sokağa
dökülürler? Bunlar, hatalarından ötürü de nedamet zelzelesiyle kulluk secdesine
kapanmalı değil mi?
“Bir
musibet bin nasihate değer.” sözünden önce hücreler ilahi aşkla cezbeye gelmeli
değil miydi?
Şu
imtihan dünyasında Allah’a kulluğu uzanma adına yüreğimiz sarsılmalı, değil mi?