Advert
as

Şüphenin Bir Sınırı Olmalı mı?

  • Hasan YILMAZ
  • 2017-10-09 10:08:51
  • 3119 Görüntülenme
  • Günümüzün en tehlikeli hastalıklarından biri şüphe hastalığıdır. Şüphe, felsefi olarak kuşku olarak da bilinir. Bu akımı savunanlara ise şüpheciler diyebiliriz. Şüphe, kavram olarak her ne kadar zihnimizde olumsuz çağrışım yapsa da şüpheyi pozitif olarak yorumlamak mümkündür.

     

    Bu konuda rasyonalist filozoflardan biri olan Descartes, şüpheyi pozitif olarak görür. Bilgiyi elde etmede şüpheyi araçsallaştırarak gerçeğe ulaşmaya çalışır. Şüpheyle başladığı bir yolda hakikatleri gördükten sonra şüpheyi bırakır inancı ve güveni merkeze alır. Fakat septikler(Aşırı şüpheciler) şüpheyle yola çıkar şüphe ettiğinden de şüphe ettikleri için her zaman kuşkucudurlar, mutsuzdurlar.

     

    Değerler sosyolojisindeki karşılığına baktığımızda ise şöyle örnekleyebiliriz:

     

    Hz. İbrahim (a.s) putperestliğin yaygın olduğu bir zamanda, çocuk denilecek yaşta, aklıyla Allah'ı arayıp bulmaya çalışıyordu. İbrahim (a.s) gece görünen yıldızı Rabbi olarak gördü. Düşüncesiyle Rabbim budur dedi. Yıldızın battığını görünce ‘benim Rabbim bu olamaz; çünkü benim Rabbim kaybolmaz' dedi.

     

    Daha sonra güneşin doğduğunu görünce güneşin Rabbi olacağını düşündü. Güneşin battığını görünce ‘gündüz doğup, gece kaybolan benim Rabbim olamaz' dedikten sonra bunun da Rabbi olmadığını anladı. Daha sonra haykırarak ‘ben Rabbimi buldum. Benim Rabbim ne putlara, ne yıldızlara, ne aya ve ne de güneşe benzer' dedi. Daha sonra İbrahim (a.s) ‘beni ve bunları yaratan bir Allah vardır, fakat ben onu göremiyorum. Benim Yaratılışım onu görmeme müsait değildir. Onu görmem benim kudretim dışındadır.' Dedi. Daha sonra Kendisinin bu düşüncesinin Hakikat olduğunu anladı ve ‘bütün bu gördüklerimi yaratan ve sınırsız bir Kudrete sahip olan bir ALLAH vardır. İşte, ben ona İbadet ederim.' dedi. Böylelikle Hz. İbrahim (a.s) Yüce olan Allah'ı küçük yaşlarda buldu.

     

    Bu örnekten yola çıkan bireyler, “Bizler kendi kendimize çıkarımlar yaparak neden hakikatlere ulaşamıyoruz?” sorusunu her zaman sorarlar. Fakat verilen cevaplar kendilerini çok tatmin etmez, varılan sonuç şöyle olur: ‘İbrahim (a.s) bir örnektir. Herkes Hz. İbrahim (a.s) olamaz.' Deyip işin içinden çıkmaya çalışırlar.

     

    Ben şahsen öyle düşünmüyorum. Aklın Allah tarafından verilen bir nimet olduğunu düşünerek hakikatler noktasında ısrarcı olmadığımızı, çabuk pes ettiğimizi düşünüyorum. Bir insan gerçekten hakkı ve hakikati arıyorsa ısrarcı olursa bir netice alacağını düşünenlerdenim. Bu Einstein'de, Newton'da, Arşiment'te de böyledir. Yani hakikatlerin bir öncesi vardır. Bir çaba bir gayret gerektirir. Bu çaba ve gayret olmadığı zaman veriler zihinde bütünleşmez ve zihin tembel olan karaktere kolay kolay gerçekleri göstermez. Bu çabalar neticesinde ancak bir ilham bir feraset filizlenebilir. Maalesef bu çabayı bugün bizler göstermediğimiz için ilhamlar gayret gösteren zihinsel iklimlere göç etmiştir.

     

    Şüpheyi araçsallaştıranlar, bu iklimi yakalamışken bizler ise “Şüpheli şeylerden sakının” uyarısını dikkate almayıp aşırı şüphecilerin yerini alarak her şeyden şüphe ederek kendi hayatımızı, aile hayatımızı, kardeşlerimizle olan hayatımızı perişan etmişizdir.

     

    Şüpheyi yanlış kullanan kardeşlerime ve bacılarıma naçizane tavsiyem lütfen şüphede aşırı giderek kendi hayatınızı ve başkasının hayatını zehir etmeyin. Şüpheyi pozitif olarak kullandığınızda Rabbim, bütün şüphelerinizi giderecek hakikatleri gösterecektir.

     

    Selam ve dua ile…

    Hasan YILMAZ
    Hasan YILMAZ
    KÖŞE YAZARI
    BİYOGRAFİ