Müslümanların, kendi yöneticilerini, kendi hür iradeleriyle belirledikleri yönetim biçimine ne denir?
Zorla, hele hele silah zoruyla, bir toplumu dönüştürmenin adı demokrasi olabilir mi?
Ve hiçbir sistem, bu yolla meşrulaşır mı?
Geçen haftaki yazımızı, bu üç soruyla bitirmiştik. Bu haftaki yazımıza, bu soruları tekrar sorarak başlamak istiyorum.
İlk iki sorumuzun cevabını, Hz. Ömer’in şu fermanından alalım; ‘’bir kimse, Müslümanlara danışmadan, ister kendisi başkan olmaya, ister başkasını başkanlığa atamaya kalkışırsa,(bu yapmak istediğinden vazgeçmediği taktirde)onu öldürmelisiniz.’’
Bir toplumda yapılmak istenen şey, o toplumun huzur ve düzenini bozmaya yönelik ise, bu durum gücünü haksızlıktan alıyorsa, bu durumun ortadan kaldırılması adına her bir Müslüman bireye sorumluluk düşer.
İslam’ın bireye yüklediği sorumluluğun yanında, asıl sorumluluk yöneticilere düşmektedir.
Yönetici; insanlar arasında eşitliği sağlamalı, adaleti tesis etmeli, bireyin hukuk dokunulmazlığını sağlamalıdır.
Bu noktada İslam ile demokrasi arasındaki temel ayrıştırıcı nokta, İslam bir sistem ve bir yönetim biçimidir. Demokrasi ise bir yönetim biçimidir, demokrasiyi, İslam’a eşdeğer bir sistem olarak kabul etmek mümkün değildir. Demokrasi sadece bir yönetim biçimi olarak kabul edilecekse kapsamı, insanların temel hak ve hürriyetlerini teminat altına alan ve halkın taleplerini karşılamayı taahhüt eden bir yönetim biçimi olmalıdır. Böyle bir durumda bile İslam ile demokrasi eş değerliliğinden değil, problemsizliğinden bahsedilebilir.
İslam bir yandan bireyin haklarının korunmasını sağlarken, diğer yandan bireyin topluma karşı olan sorumluluğundan bahseder.
İslam da danışma kurulu denilen bir kurul mevcuttur, yapılması planlanan işler, bu danışma kurulunda, şura üyeleri arasında istişare edilir.
‘’işlerin hakkında onlara danış’’ ve ‘’onların işleri, aralarında danışma iledir’’ ilahi prensiplere bakıldığında, bireye yüklenen her sorumlulukta topluma bakan ve bağlayıcı bir yön bulunmaktadır. Demokratik yönetim biçimlerinde de seçilen idarecilerin, kendi meclislerinde verdikleri kararlar, bireyin ve toplumun yararını gözeten kararlar olmalıdır.
Şunu da unutmamalıdır ki; İslam da şura meclisinde, istişare yoluyla alınan kararlar, asla birer tavsiye değil, uyulması ve uygulanması gereken kararlardır.
İslam’da vasfı ne olursa olsun, hiç kimse, hiçbir gerekçeden dolayı istişareden muaf değildir. Çünkü Allah, öncelikle bu metodu peygamber efendimize emretmiştir.
Bu haftaki yazımızı bu ifadelerle bitirmek istiyorum;
-İslam sisteminin uyguladığı idari mekanizma(istişare metodu) bir şahsın diktatörlüğüne dayanmaz.
-Bir kişi, kendisinin olağanüstü güçlerinin olduğunu öne sürerek, kişi yönetimine dayalı bir sistemi savunamaz
-Hiçbir kişi veya grup, üstün azınlık sınıfının yönetimine dayalı bir idareyi savunamaz.
İslam da ki şura sisteminde azınlık veya çoğunluk ayırımı yapılmaz. Herkesin ve her kesimin görüşünü alınır. Ancak görüşler, çokluk üzerinden değil, nakil ve akıl süzgecinden sağlıklı olarak geçen görüşler arasından tercih edilir ve uygulanır.